İstanbul, kendine has dokusu ve yaşama biçimiyle yüzyıllar boyunca pek çok sanatçıya ilham kaynağı oldu. Bu yaşlı ilham perisi hala cazibesini koruyor. Eczacıbaşı Sanal Müzesi’de açılan ‘Kentin Zamanı’ adlı sergi, 100 yıllık bir dönem içinde İstanbul’un ve teknolojinin hayatımızdaki yerini sorgulaması açısından oldukça dikkat çekici. Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun yaptığı ‘Kentin Zamanı’ adlı sergi, Halil Paşa, Namık İsmail, Malik Aksel, Ali Avni Çelebi, Nedim Günsur, Orhan Peker, Turan Erol, Burhan Doğançay, Fethi Arda, Özer Kabaş, Komet, Nevhiz Tanyeli, Selim Cebece, Resul Aytemür, Aydın Ayan, Emre Zeytinoğlu, İnci Eviner, İrfan Önürmen, Hakan Gürsoytrak, Mustafa Pancar, Altan Çelem, Murat Akagündüz, Antonio Cosentino gibi farklı kuşakların önemli temsilcilerinin İstanbul’da yaşamı anlattıkları resimlerini bir araya getiriyor.
Gerçek bir sergi salonunda olduğu gibi 6 oda içine tıklayarak eserlerin görülebildiği serginin adresi: www.sanalmuze.org
Levent Çalıkoğlu bize, Kentin Zamanı’nın neler içerdiğini anlattı...
Sanal ortamda bir sergi hazırlamak küratör ve izleyici için ne tür farklılıklar içeriyor?
Levent Çalıkoğlu: Her şeyden önce sanal galeri hazırlıklı olma ihtimalini, hazır olma durumunu ortaya koyuyor. Çünkü her türlü imgeyi burada biriktirebiliyorsunuz. Elinizin altında olanı, olmayanı, tarihte olanı ya da sizin kolaylıkla yakalayabileceğinizi; dolayısıyla bir sanatçının bütün dökümünü, bir film şeridi gibi yakalamanız mümkün sanal ortamda. Diğer taraftan da yarın öbür gün gerçekleştirilecek olan gerçek, birebir sergi için de bir ön hazırlık özelliği taşıyor. Ve özellikle bizim gibi hafızası çok güçlü olmayan, belleği çok çabuk yıpranan toplumlar için de rahatlıkla elinin altında tutabileceği imgeleri biriktirmesi açısından çok önemli bence. Dolayısıyla bu tür sergiler, ileride gerçekleştirme ihtimali rahatlıkla olabilecek sergiler adını taşıyabilir. Örneğin bu sergide yer alan kimi yapıtların farklı koleksiyonlarda olduğunu biliyoruz. Ama bu koleksiyonlardaki yapıtların rahatlıkla bir araya getirilmesi pek mümkün olmuyor. İzin sıkıntısı, koleksiyonerlerle yaşanan sorunlar, sponsorluk sıkıntısı. Öbür taraftan biz bir işaret gönderiyoruz. Bu yapıtlar arasında bir bağ olduğu konusunda bir okuma modeli öneriyoruz. Ama tabii yine çağdaş kent ve onun kullanım biçimi, günümüz kültür teorisinin en gözde temalarından biri. Kalabalıklar içinde yabancılar arasında yaşananlar, nedensiz bir araya gelişler, mahremiyetin şehir dokusuyla ilişkisi ve bir yaşam sahnesi olarak kentin hangi rol ve karakterle müsaade edebileceği, açıkçası da kentsel siluetin sosyal yapıya etkisi, birebir olarak farklı koleksiyonlarda yer alan bu yapıtlar tarafından bize gösterilmekte. Burada yapılan çalışma, modern bir kent insanı olan sanatçının çevresiyle kurduğu ilişkinin özetini çıkarmayı amaçlıyor. Bu sergi için seçilen çalışmalar yaklaşık 100 yıllık bir süre içinden hem kentin zamanını görünür kılıyor hem de birey olarak sanatçının gözünden kentin sosyolojisinin dökümünü yapıyor.
Sergi, içerdiği eserler bakımından İstanbul’da hayatın gelişimine de tanıklık ediyor.
LÇ: Bu sergide yer alan imgeler hem sosyolojik bir döküm sunmakta hem de 100 yıl boyunca Türk resminin kente nasıl odaklandığını, hangi açılardan baktığını da göstermekte. Örneğin Moda plajında yapılan bir yüzme yarışı, veya Nusaybinli dolmacılar, açık hava sinemalarından yayılan çerez kokusu, 1800’lerin sonlarında yağlı direğe tırmanarak eğlenmeye çalışan İstanbullular, ya da ateşe koşan itfaiyeciler, bu serginin görsel açılımlarından sadece bir kaçı. Aynı zamanda şehrin tam anlamıyla bir sürreel dokusu içinde fantastik birer karaktere dönüşen albinolar, veya 1960’lardan beri çok ciddi bir söylemin de ucuna oturan sırtındaki yük altında ezilen hamallar veya yine kadınlar matinesinin rakkasesi bu serginin görsel açılımlarından birkaçı...Kent sorunu, kentleşme bilinci birkaç noktadan üzerine gidilebilecek bir saplantıya dönüşmüş durumda son zamanlarda. Bir kere doğası gereği modern kent ortalama insan ömrünün zaman mefhumundan tamamen bağımsız kendi özgü bir akış hızına sahip. Anıtlar, belirlenmiş buluşma noktaları, kenti geometrik olarak parselleyen yollar, koğuş tarzı siteler, yön duygumuzu ehlileştiren trafik kuralları, her zaman için aslında şimdi geçmiş ve geleceğe ait hayali bir özne adına tasarlanıyor. Yani modern kültür bireyi kentin içine çektiği ölçüde, onu kentin bütünlüğü içerisinde yabancılaştırıyor, nötralize ediyor, açıkçası yapması gerekenleri de telkin ediyor ve en önemlisi -belki de- nefes almasına dahi karışıyor. Öznel yaşantıyla dünyasal yaşantı arasında oluşan bu ayrımın kaynağında, bence kentin geniş zamanlı bir öznenin zamanına göre hareket etme zorunda olduğu görüşü yatıyor. Bu nedenle benlik ile kent arasında oluşan bu uyuşmazlık, bireyin zamanı ile kentin zamanını birbirinden koparıyor ve kenti tıpkı hayali bir özne gibi bağımsız bir canlıya dönüştürüyor. Bu kadar kapsamlı düşünebileceğimiz, ele alabileceğimiz bir konunun çağdaş sanatın da gözde konularından biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla son zamanlarda kent üzerine geliştirilen sergilerin bir ucuna eklenen bir sergi aslında bu. Biraz da sanal ortamda tuval dediğimiz resimleri, yani iki boyutlu düzlemde üretilmiş olan işleri rahatlıkla bir araya getirdiğimiz bir çalışma oluyor.Öbür taraftan, aslında Türkiye’de şöyle bir çalışma yapılmadı. Yurt dışındaki müzeleri dolaşırken bir galeri ve oda fikri üzerinden hareket edersiniz. Bir odaya girdiğiniz zaman bir adanın duvarında veya bütün odanın içerisinde tıkladığınız an farklı yapıtları görmeniz, yani gerçek bir müze mekanında dolaşma hissini elde edebilmeniz mümkün. Bu açıdan Eczacıbaşı Sanal Müze’de açılan bu sergi bir ilk.
İstanbul’un ve ‘modern kent insanının’ zamanını, gelişimini anlatan böyle bir sergiyi sanal ortamda izleyebilmek aynı zamanda büyük bir çelişkiyi de ortaya koyuyor...
LÇ: Bizde tarihe gönderilmiş ve yeri bilinmeyen, imgesine dahi sahip olamadığımız o kadar çok yapıt var ki, bu serginin amacı aslında biraz da sanat tarihsel bir döküm oluşturmak. Bu yapıtlar, kentli olma bilinci, kent sorunu, kente ait sanatçının ne hissettiği meselesi ta ilk günden beri var aslında Türk resminde. Örneğin Malik Aksel’in kadınlar matinesinde dans eden rakkasesi bile o kadar çağdaş sanatı ilgilendiren bir içeriğe sahip ki; ama resmin tarihi 1940’lar. Dolayısıyla bunların hepsinin bir araya gelmiş olması bence biraz hafıza tazelemeyi akla getiriyor. Biraz da, son zamanlarda konuştuğumuz kent probleminin Türk sanatı içerisinde başından beri var olduğunu gösteriyor size.
Eczacıbaşı Sanal Müzesi